Bu hikayeyi burada da bulabilirsiniz.

Bu yeni bir hikaye değil. Yaklaşık 2.5 yıl önce yeniden başlattığım yazma alışkanlığımın ilk dönemlerinde yazdığım bir hikaye. Pek değişiklik yapmadım. Beni içinde hissettiğim döngülerden çıkarabilmesi için farkındalık/meditasyon uygulamalarına iyiden iyiye girmeye karar verdigim zamanlar.  Bu hikaye o sürecin gidişatını nasıl hayal ettigimi anlatıyor. Yani, doğrusunu söylemek gerekirse, bu süreç beklendiği gibi gitmiyor ama en azından daha iyi döngülerdeyim.

Caged-Bird-freed-300x251

Resim Kaynak: http://margaretblaine.com/you-are-a-buddha/

 

İçimde bir şey var. Özgür olmak isteyen. Özgür olması gereken. Kafesini kendi evi sandı uzun zamandır. Orada kurduğu dünyadan tatmin olarak. Ama bir kere kafasını birazcık çıkarmaya cesaret etti. Ve o zaman neyi kaçırdığını gördü. Bütün dünyayı kaçırdığını. Yaşamak için yaratıldığı dünyayı.

 

O şey bir de içeri baktı. Kendisi için kurduğu dünyayı gördü. Geçmişi ve bugünüyle dolu. Geleceğinin de orada olduğunu sanmıştı. Ama sonra dışarıdaki büyük dünyayı gördü. O büyük dünyada tanıdık gelen bir şeyler vardı. Sanki o büyük dünya yıllardır yana yana aradığı şeydi.

 

Ve sonra o şey, kafesinde nasıl hissettiğini hatırladı. Özgürlük için can atışını. Sanki orası evi değilmiş gibi. Neden kendi evinde kapana kısılmış gibi hissediyordu? Evini evi değilmiş gibi hissetmek mümkün müydü? Yeni bir ev mi denemeliydi? Büyük dünyayı belki?

 

Sonra, kafasını tekrar çıkardı. Yine orasının, yani dışarıdaki dünyanın, kendi gerçek evi olduğunu hissetti. Geleceğinin orada olduğunu. Bir cesaretle, küçük ayağını da çıkardı ama ikinci ayağını çıkarmaya cesaret edemedi. Hemen içeri gitti. Hep içinde yaşamış olduğu o dünyaya.

 

Ama hala bir yanlışlık vardı. Rahatsız edici bir şeyler. Bu duyguyla yeniden karşılaşınca, daha fazla cesaret etmek istedi. Yine, kafasını ve ayağını çıkardı. Sonra, ikinci ayak da geldi. Titreyerek. Etrafa baktı, uçmaktan korkarak. Arkasında, baştan aşağıya bildiği ev vardı, ya da o öyle sandığı, ama kafese kısılma hissi de vardı. Önünde, bilinmeyen ama bir şekilde tanıdık gelen o dünya vardı, bütün genişliğiyle. Ve bir şekilde, bu yeni dünyaya gitmeye karar verirse geri dönmeyeceğini biliyordu. Bu yüzden, kanatlarını kaldırdı ve çırpmaya başladı. Sonra, ayaklarını yerden kaldırdı.

 

Şimdi uçuyordu. Etrafa baktı. Aşağıya baktı. Etrafa baktı. Aşağıya baktı. Etrafa baktı. Aşağıya baktı. Bu yer özgürlüktü. Bu yer kapana kısılmışlık hissi vermiyordu. Bu yer doğru geliyordu. Bu yeni yer o şeye yeni bir his verdi. Geçmişinin, gününün ve geleceğinin bağları yoktu artık. Onlara değil, kendine yakındı.

 

Sonra o şey aşağıya baktı ve eski tanıdık evini gördü. Geriye mi gitmeli diye düşündü. Gitmek istemediğini biliyordu. Ama burada her şey belirsizdi. Özgürlük olduğu kadar bilinmezlik de vardı. Çok yükseklerdeydi burası, bağlardan bağımsız. Ama o nereye gideceğini bilmiyordu. Ve aslında tamamen özgür de değildi. Hala eski evini istiyordu, çünkü o bilinendi. Hala onu kendisine çeken bağları vardı.

 

Havada yükseklerde asılı kalmak. Asılı kalmak ve yönsüzlük. En kötü karar kararsızlıktan iyi miydi? Belirsizlikten korunmak için geri mi gitmeliydi? Bütün bu cesaret adımları ne içindi? Eskiye geri gitmek için mi? O kapana kısılmışlık fikrine geri gitmek için mi?

 

O şey bir an kafasını kaldırıverdi bu kadar belirsizliğin içinde. Yukarıya baktı. Ve bir yön gördü. Orada bir ışık vardı. Orada kendisi gibi şeyler vardı, huzurlu bir şekilde havada gezinen. Ama orası çok yukarıdaydı. Cesaret etmeli miydi? Yukarı çıkmalı mıydı? O şeyler oraya nasıl çıkmıştı?

 

Görünüşe göre bir cesaret adımı daha gerekiyordu. O şey kafasını kaldırdı, ayaklarını gerginleştirdi ve kanatlarını daha sert ve daha hızlı çırpmaya başladı. Şimdi yukarı gidiyordu. Diğer arkadaş şeylerin uçtuğu yere. Yolda bile huzur vardı. O şey oraya ulaştığında nasıl hissedeceğini hayal etti. Ve gülümsedi.