To Write or not to Write and What to Write

#shortstories #thoughts #reflections

Türkçe

Türkçe 16: Meğer

‘Beni anlıyor musun?’ demiştin.

Anlıyordum.

‘E o zaman neden biz böyleyiz?’ diye sormuştun sonra.

Omuzlarımı silkmiştim ben de.

Cevabım yoktu o zaman.

Simdi var.

Meğer beni anlamıyormuşum.

 

Türkçe 15: Affettim

Ne vardı benden uzakta?

Niye gelmedin bu zamana kadar?

Beni daha erken bulabilir,

Bana daha uzun mutluluk yaşatabilirdin.

Ama geldiğinde öyle bir geldin ki,

Affettim seni hemen.

Pek kolay affetmezdim halbuki.

 

Türkçe 14: Hayaller Dünyası

IMG_1680

Yükseldim yerden,

Hayaller dünyasına.

Sessizliğin hakim olduğu,

Ve geleni içine aldığı o yere.

 

Türkçe 13: Belki Gelirsin

Gel dedim, dedim de be gülüm,

Duydun mu bilmem sesimi.

Gelmedin yine, gelmedin işte,

Beni yine aynı yerde bir başıma bırakıverdin.

 

Ben yine işin vardı diye düşüneceğim.

Öbür türlüsünü kaldıramam herhalde.

Yine seslenirim sana, beklerim orada.

Sen belki işini bitirince gelirsin.

 

 

Türkçe 12: Yalnızlık

Yalnızlığım kırdı beni,

Sapasağlam bir dal iken.

Egdi büktü yıktı beni,

Yenilmez demir iken.

 

Ne yapayım ey gönül kaderin buysa,

Takılma oralarda, bakma huyuna.

Bir gün gelir de değişirse bu karma,

O zaman belki yine olursun kendin, durma.

 

Türkçe 11: Gel Dedi

Gönül hep aradı durdu,

Aradığı görmedi, gülü soldu.

Hep gel dedi, demek istedi de,

Aradığı duymadı, sesi soldu.

 

Türkçe 10: Yapamadım

Gözlerinin ötesinde ne vardı?

Okumak mümkün olsaydı okuyacaktım.

Ama perde öyle bir inmişti ki bebeklerine,

Göremedim seni, ne de sevgini.

 

Kalbinin içinde ne vardı?

Dinlemek mümkün olsaydı dinleyecektim.

Ama perde öyle bir inmişti ki duvarlarına,

Duyamadım seni, ne de sevgini.

 

Sende ne vardı?

Bilmek mümkün olsaydı bilecektim.

Ama öyle bir sarmıştın ki kendini kendinle,

Ulaşamadım sana, ne de sevgine.

 

 

Türkçe 9: Kalp

Kalp dediğin rahat durur mu?

Sever mi bilinmez, yoksa sevmez mi?

Sen gelince coştuğu doğrudur,

Ama bilmem senin için ölmez mi?

 

Kalp dediğin beni anlar mı?

Dinler mi beni bilinmez, yoksa duymaz mı?

Bazen beni bilecek gibi olur da,

Ama hiç bir zaman görmez mi?

 

Kalp dediğin rahat durmaz.

Sever mi bilinmez, belki de sevmez.

Sen gelince coşar elbet.

Ama yine de senin için ölmez.

 

Kalp dediğin rahat durmaz.

Dinler mi bilinmez, belki de duymaz.

Bazen beni bilecek gibi olur elbet,

Ama yine de beni hiç görmez.

 

 

Türkçe 8: Kayıp Sevgi

Sevgi sevgi diye diye,

Geçti günlerim işte.

Geliverseydin şöyle,

Seviverseydin bir de.

 

Ben kendimi kaybettim.

Seni kaybettiğim anda.

Ben sen olmuşum bilmeden,

Sen de ben olsaydın ya.

 

Ne yaparsın şimdi,

Giden çoktan gitti bitti.

Gelen olur mu bilmem artık.

Bence biz bittik kaldık.

 

Türkçe 7: Değişken

terrorist-2481808_1920

Keşke duyguların sabit olduğu bir dünya olsaydı diye düşünüyorum sık sık. İniş çıkışların olmadığı. İnsanın diğerlerini, ve dahası kendini de, tahmin edebileceği. Herkes sabit olduğu için tahmin edebileceği.

Ama bu dünyanın herhangi bir izini göremedim henüz. Ya öyle bir yer yok, ya da ben göremedim.

Eğer öyle bir yer yoksa, neden yok acaba? Sabit kalabilmek daha kötü olmalı ki onun üzerine kurulmuş bir dünya yok. Sabitsizlik üzerine kurulmuş bir dünya var.

Eğer ben göremediysem, neden göremedim? Hiç görecek miyim?

Sanki bana ben göremiyormuşum gibi değil de öyle bir yer yokmuş gibi geliyor. Öyle bir yer insan doğasına aykırıymış gibi. Sanki biz sabitsizlikten sabit kalabilmeyi öğrenince daha gelişmiş varlıklar oluyormuşuz gibi.

Ama insanın canı kısa yoldan sabitliğe ulaşmak istemiyor da değil hani.

 

Türkçe 6: İnsan

african-american-3947560_1920

Bence yurtdışında yaşamanın en güzel yönlerinden birisi insanın ufkunu açıyor olması. Pek çok insanı tanıyıp onların kültürlerine şahit olmak tek doğru veya en iyi diye bir şeyin olmadığını gösteriyor bana. Evrensel en iyi kültür diye bir şey olmadığını. Yani, kişiler için en iyi kültürün olabileceğini ama bunun kişi düzeyinde kaldığını.

Bu bana yurtdışının kattığı en büyük öğrenim oldu.

Bu anlayış bana ayrıca insanların hepsinin aynı olduğunu, hiç kimsenin diğerine bir üstünlüğü olmadığını ve bu yüzden aslında birbirimize düşündüğümüzden çok daha yakın olduğumuzu da gösteriyor. Yani, benim belli bir ülkede doğmamdan dolayı başka birisine üstünlük taslayamayacağımı. Batı kültürünün doğu kültürüne ya da doğu kültürünün batı kültürüne bir üstünlüğünün olmadığını. İkisinin de şartları dolayısıyla geliştirdiği ve kendileri için ise yarayan uygulamaları ve anlayışlarının olduğunu. Yani, ikisinin de doğru olduğunu.

Ve doğruların çatışmadığını.

Dolayısıyla kültürlerin çatışmadığını.

İnsanların çatışmadığını.

Çünkü aynı seviyede olanlar çatışmadığını.

Çatışmanın ancak birisi, eşit olmasına rağmen, o eşit seviyeden çıkmaya çalışırsa olduğunu.

Ama bunun da insanın doğasına ters gitmek demek olduğunu.

Ve zaten bunun da insanlığın ana problemi olduğunu.

Kendini üstün göstererek, yani kendini farklı olmadığı halde farklı bir seviyede göstererek, güç kazanma isteğini.

Yurtdışı bana insanın doğasını kitaplardan daha güzel öğretti.

İyi ki de öğretti.

 

Türkçe 5: Mutluluk

youth-570881_1920

Mutluluk kavramının tanımını yapmak bana göre dünyanın en zor işlerinden birisi. Bazı insanlar bunu gülme sayısına ya da karakterine dayanarak açıklarlar. Bazıları ise çok enerji sahibi olmakla eşleştirirler. (Daha başka tanımlar yapanlar da var elbette.)

Ben de uzun zaman mutluluğun bunlarla tanımlanabileceğini düşünmüştüm.  Ama artık durum değişti. Değişti, çünkü zamanla çoktan anlamış olduğum bir gerçeği kabul etmeye başladım. İnsanların her zaman gülemeyeceği ve bazen enerji düşüklüğü yaşayabileceği gerçeğini. Ve aslında bunlar olmadan da insanların mutlu olabileceği gerçeğini.

Şimdi buradaki mutluluk ne demek?

Huzur demek, tatmin olmak demek.

Mutluluk kavramını algılamamda değişen şuydu: Zamanla yaşadıklarından iyi de olsa kötü de olsa tatmin olan bireylerin, tatmin olmayı hedefleyen insanların aslında mutlulukla eşleştirilen belirtileri daha çok gösterdiğini gördüm. Yani, onlar daha çok gülümsüyor, daha enerjik oluyorlardı.

Türkçe 4: Yazmak

IMG_3524

Balkondan ileriye bakarak hayaller kurdu küçük kız. Güneşin batışında hissettiklerini anlamaya çalıştı. Karışıktı hissettikleri. Eline kalemi defteri aldı, yazmanın içindeki bu karışıklığı biraz dindirebileceğini düşünerek. Yazdı, epey yazdı. Sayfalarca. Biraz da hikaye ekledi sonuna.

Yıllar geçmişti. Uzun süredir eline kalem alıp yazmamış olan bu kız şimdi okyanus kenarında idi. Bugün sebepsiz yere defter almak istemişti alışverişe çıktığında. Yıllardır aklına gelmeyen defter alma fikri bugün nereden aklına düşmüştü çözemedi. Kendini tutamayıp aldığı defteri de ne yapacağını bilmiyordu. Defteri çantasından çıkarıp izlemeye başladı. Deftere öylece bakakaldı. Ne olacaktı ona şimdi?

Deftere bakmaktan yorulup kafasını kaldırdı. Okyanusun ötesinde batan güneşi izledi. Batan güneşi izlemeyi her zaman sevmişti. Hep ona ilham vermişti bu görüntü. Yine karışıktı hissettikleri. Doğal bir dürtü ile çantasından kalem çıkardı ve içinden birkaç cümle döküldü deftere.

Bu iki günün arasında hiç yazmadığını fark etti kız. Balkonda yazdıktan sonra bir daha kalemi defteri alıp bir kenara çekilmemişti nedense. Bugün ise sanki yıllardır durgun olarak bekleyen içindeki ilham yeniden akmaya başlamıştı. Yıllardır durduğu için paslanan bir makinenin çalışmaya başlaması gibi. O gün birkaç cümle yazabilmişti sadece belki. Ama makine yavaş yavaş çalışmaya başlamıştı ya, bu da yeterdi. Ve makine gerçekten çalışmaya da devam edecekti zaten. Kız onu çalışmaya devam ettirecekti.

O makine neden durmuştu hiç bilemedi kız. Bazen eğitim sistemini suçladı, bazen de kendini. Ama içten içe bunların gerçek suçlu olmadığını biliyordu. Aslında kimsenin suçlu olmadığını. Sadece ilham perisinin olgunlaşması gerekiyordu. Bu da kızın olgunlaşmasına bağlıydı. Bunun için zaman gerekliydi.

 

Türkçe 3: Darlanmak

people-2568886_1280

Darlanmak diye bir kelime vardır bazı ağızlarda. Sıkılmak, bunalmak, (genellikle) sebepsiz sinirlenmek/sinirlilik hali anlamlarına gelir. Aslında bunların hepsinin aynı anda olduğu duyguyu ifade eder sanki. Ben bu kelimeyi baya severim. Herkesin bazen de olsa yaşadığı bir durumu çok güzel ifade ettiği için.

Hepimiz darlanırız. Bazılarımızda daha uzun sürer bu, bazılarında daha kısa. Bazı insanlarda daha sık olur, bazılarında daha seyrek. Bazılarında belli durumlarda olur, bazılarında daha rastgele olur. Bazılarında gittikçe artar seviyesi, bazılarında şiddeti sabit kalır ya da azalır. Çeşidi de çoktur. Bazılarında daha öfkemsi bir şekilde çıkar ortaya, bazılarında daha çok bunalma şeklindedir. Darlanma bunların hepsini kapsayabilen ‘geniş’ bir kelimedir.

Bence bu yüzden, herkesin yaşadığı ama hem çeşitliliğinden hem de pek de direk fark edilemeyen bir duygu olmasından dolayı adını koyamadığı bu ruh halini iyi ifade eder. Yani, genişliğinden dolayı herkesi kapsar. Ve genişliğinden dolayı her insanın kendisini bulabileceği bir kelimedir. İnsanı ifade eder.

Bu kelime bizi ifade etmesine rağmen sevmeyiz biz darlanmayı ama. Sanki içimize bütün dünyayı koymuşuz da patlamaya hazır hale gelmişiz gibi bir his verir çünkü. Rahat değildir. Bazen nefes almayı da zorlaştırır. İçerdiği duygu hali pek iç açıcı değildir.

Pek çok insan bu yüzden ya darlandığını reddeder ya da bastırmaya çalışır. Çünkü zordur başa çıkmak darlanmayla. Ama bence doğru olan bu değildir. Her duygu gibi darlanmayı da yaşamamız gerekir. Mesela, öfke duygusu lazımdır. Haksızlıklara karşı öfke duyabilmemiz lazımdır. Hırs duygusu da lazımdır. Kötü kullanırsak bizi bitirir ama iyi kullanırsak ittirici güç olur. İş yaptırır. Darlanma da faydalı olabilir. Mesela bize bazen normalde yapamayacağımız radikal değişiklikleri yaptırır. Bazen o kadar darlanırız ki ‘Yeter be!’ diye aniden kesebileceğimiz alışkanlıklarımız olur. Darlanma bize bazen işte böyle cesaret verir. Bırakamadığımız kötü şeyleri sonlandırabilmek için bir cesaret.

Bu yüzden bence darlanmayı anlamak, onun ne zaman neden geldiğini ve neye karşı ortaya çıktığını anlamak gerek. Geldiği zaman da çok korkmamak lazım. Darlanma bize o cesareti vermek için (ya da başka her ne için gelmişse) onu verir ve gider. Darlanmanın derdi bizi alt etmek değil bizi geliştirmektir.

 

Türkçe 2: Kafesin içi ve dışı

Bu yeni bir hikaye değil. Yaklaşık 2.5 yıl önce yeniden başlattığım yazma alışkanlığımın ilk dönemlerinde yazdığım bir hikaye. Pek değişiklik yapmadım. Beni içinde hissettiğim döngülerden çıkarabilmesi için farkındalık/meditasyon uygulamalarına iyiden iyiye girmeye karar verdigim zamanlar.  Bu hikaye o sürecin gidişatını nasıl hayal ettigimi anlatıyor. Yani, doğrusunu söylemek gerekirse, bu süreç beklendiği gibi gitmiyor ama en azından daha iyi döngülerdeyim.

Caged-Bird-freed-300x251

Resim Kaynak: http://margaretblaine.com/you-are-a-buddha/

 

İçimde bir şey var. Özgür olmak isteyen. Özgür olması gereken. Kafesini kendi evi sandı uzun zamandır. Orada kurduğu dünyadan tatmin olarak. Ama bir kere kafasını birazcık çıkarmaya cesaret etti. Ve o zaman neyi kaçırdığını gördü. Bütün dünyayı kaçırdığını. Yaşamak için yaratıldığı dünyayı.

 

O şey bir de içeri baktı. Kendisi için kurduğu dünyayı gördü. Geçmişi ve bugünüyle dolu. Geleceğinin de orada olduğunu sanmıştı. Ama sonra dışarıdaki büyük dünyayı gördü. O büyük dünyada tanıdık gelen bir şeyler vardı. Sanki o büyük dünya yıllardır yana yana aradığı şeydi.

 

Ve sonra o şey, kafesinde nasıl hissettiğini hatırladı. Özgürlük için can atışını. Sanki orası evi değilmiş gibi. Neden kendi evinde kapana kısılmış gibi hissediyordu? Evini evi değilmiş gibi hissetmek mümkün müydü? Yeni bir ev mi denemeliydi? Büyük dünyayı belki?

 

Sonra, kafasını tekrar çıkardı. Yine orasının, yani dışarıdaki dünyanın, kendi gerçek evi olduğunu hissetti. Geleceğinin orada olduğunu. Bir cesaretle, küçük ayağını da çıkardı ama ikinci ayağını çıkarmaya cesaret edemedi. Hemen içeri gitti. Hep içinde yaşamış olduğu o dünyaya.

 

Ama hala bir yanlışlık vardı. Rahatsız edici bir şeyler. Bu duyguyla yeniden karşılaşınca, daha fazla cesaret etmek istedi. Yine, kafasını ve ayağını çıkardı. Sonra, ikinci ayak da geldi. Titreyerek. Etrafa baktı, uçmaktan korkarak. Arkasında, baştan aşağıya bildiği ev vardı, ya da o öyle sandığı, ama kafese kısılma hissi de vardı. Önünde, bilinmeyen ama bir şekilde tanıdık gelen o dünya vardı, bütün genişliğiyle. Ve bir şekilde, bu yeni dünyaya gitmeye karar verirse geri dönmeyeceğini biliyordu. Bu yüzden, kanatlarını kaldırdı ve çırpmaya başladı. Sonra, ayaklarını yerden kaldırdı.

 

Şimdi uçuyordu. Etrafa baktı. Aşağıya baktı. Etrafa baktı. Aşağıya baktı. Etrafa baktı. Aşağıya baktı. Bu yer özgürlüktü. Bu yer kapana kısılmışlık hissi vermiyordu. Bu yer doğru geliyordu. Bu yeni yer o şeye yeni bir his verdi. Geçmişinin, gününün ve geleceğinin bağları yoktu artık. Onlara değil, kendine yakındı.

 

Sonra o şey aşağıya baktı ve eski tanıdık evini gördü. Geriye mi gitmeli diye düşündü. Gitmek istemediğini biliyordu. Ama burada her şey belirsizdi. Özgürlük olduğu kadar bilinmezlik de vardı. Çok yükseklerdeydi burası, bağlardan bağımsız. Ama o nereye gideceğini bilmiyordu. Ve aslında tamamen özgür de değildi. Hala eski evini istiyordu, çünkü o bilinendi. Hala onu kendisine çeken bağları vardı.

 

Havada yükseklerde asılı kalmak. Asılı kalmak ve yönsüzlük. En kötü karar kararsızlıktan iyi miydi? Belirsizlikten korunmak için geri mi gitmeliydi? Bütün bu cesaret adımları ne içindi? Eskiye geri gitmek için mi? O kapana kısılmışlık fikrine geri gitmek için mi?

 

O şey bir an kafasını kaldırıverdi bu kadar belirsizliğin içinde. Yukarıya baktı. Ve bir yön gördü. Orada bir ışık vardı. Orada kendisi gibi şeyler vardı, huzurlu bir şekilde havada gezinen. Ama orası çok yukarıdaydı. Cesaret etmeli miydi? Yukarı çıkmalı mıydı? O şeyler oraya nasıl çıkmıştı?

 

Görünüşe göre bir cesaret adımı daha gerekiyordu. O şey kafasını kaldırdı, ayaklarını gerginleştirdi ve kanatlarını daha sert ve daha hızlı çırpmaya başladı. Şimdi yukarı gidiyordu. Diğer arkadaş şeylerin uçtuğu yere. Yolda bile huzur vardı. O şey oraya ulaştığında nasıl hissedeceğini hayal etti. Ve gülümsedi.

Türkçe 1: Amcamın vefatı üzerine

Belki ilk Türkçe yazımın böyle bir hüzünle başlamasını istemezdim ama öyle denk geldi. Kader işte.

 

Bir insanın harika bir insan olduğunun en büyük göstergelerinden birisi onun hayatından çıktığı andaki hissettiğin şeylerdir bana göre. İlk tepkin. Aklına ilk gelen şeyler.

 

Bunun böyle olduğunu hep düşünürdüm ama ne demek olduğunu tam kavrayamamıştım, daha düne kadar. Dun uçak aktarmasında iken amcamın vefat haberi geldi. Uçağa mı koşayım, habere mi üzüleyim bilemedim. Elimden gelse bir köşeye çekilip ağlamak en çok yapmak istediğim şeydi o anda. Uçağa koştum ama gözlerim dolarak. Normalde uçmayı severim, çok severim, ama o uçuş içim yanarak geçti. O anda ağlayamamanın verdiği ağırlıkla savaştım yolculuk boyu. İnsan hayatinin eninde sonunda sona ereceğini biliyoruz. Ama her sona erme yine de hüzün veriyor, yıkıyor çoğu kez.  Hele de böyle sevdiğin bir insan olunca. Hele de böyle iyi bir insan olunca.

 

 

Haberi ilk aldığımda yaşadığım bu hüznün yanında bir de aklımda onunla hatıralarım dolaşıyordu. Amcamın çocukken bizi sürekli güldürdüğü zamanlar. Onu evinde ziyaret ettiğim zamanlar. Onun memleketimize gelip de bizi eğlendirdiği zamanlar. Amcamı hep böyle güldüren, neşeli, iyi bir insan olarak bildim. Hep de öyle bileceğim. Bende bıraktığı tek hatıra türü bu çünkü. Başka şekilde tanımadım onu. Güzel yaşadın amca, o yüzden bize de güzel şeyler yaşattın.

 

Şimdi bunu yazarken ancak ağlayabiliyorum. O karmaşa içinde ne hissedeceğimi, ne düşüneceğimi bilemeden koşturmanın sonucu olarak biriken gözyaşları ancak akabiliyor. Allah rahmet eylesin amcam. Mekânın cennet olsun. Diyeceklerim bu kadar.

 

%d bloggers like this: